Jan 29, 2011

öğle saatinde olmaz.

Öğle saatlerinde sevilen insana adanmak amaçlı oraya buraya yazılarak ilan edilen "sevemedim karagözlüm seni doyunca", bırakıp gittin beni göte giren şemsiye açılmaz şimdi" tarzı acıklı yazılar yasaklansın! birileri bu insanlara anlatsın, öğle saatlerinde olmaz bu işler. gel arkadaşım şöyle otur, biraz iç akşamından, gece olunca efkarlan, beyni aç sonsuza kendine ait bir şeylerin çıkmasına izin ver. yaz sonra yakar falan. ne bu böyle öğle saatinde dişinde kalmış beyaz peynirle oturup bilgisayar başına aşk acılarını dünya aleme duyurma amacındasın, ha. noluyor yani, inandırıcı mı bu şimdi. akşamüstü olsa, bir derece geçerliliği var ne de olsa uyanmış olup evde sıkılarak sevdiceği düşünüp geçirilen saatlerin sayısı artmış oluyor lakin yine de olmaz arkadaşım, böyle acıklı durum beyanları gündüz yapılmaz aslen, gün ışıldarken okula/işe gidilir, yemek yapılır, çamaşır/bulaşık yıkanır, ev süpürülür, gerekirse arkadaşlarla bir kahve içilir, ödev varsa yapılır, gazeteler okunur vs. amma, aşk acıları uluorta sergilenmez, kimse de inanmaz böyle bir duygunun o kendinden ışıklı saatlerde ortaya çıkıvermesinin gerçekliği yansıttığına.

sen sen ol, acını geceye sakla arkadaş.

saygılar.

Jan 18, 2011

shit happens



bugün bölümdeki tuvaletlerden birinin kapısını açtım ve bir parça kaka ile yüzleştim. bu fiili özellikle seçtim çünkü aslında herkesin başına gelen iğrenç bulduğumuz ama biraz da kanıksadığımız bu durumla ilk kez tam anlamıyla bir yüzleşme yaşadım bugün. her zamanki gibi hemen kapıyı kapatıp bir cesaretle başka kapıyı açmak yerine bir an "merhaba kaka" dedim ve güldüm. benden önce biri gelmiş ve onu oraya bırakıp gitmişti. bir an böyle düşününce tüm durum iğrenç değil komik gelmişti. kaka tüm gerçekliğiyle orada duruyordu işte ve bana ait değildi. elbette bizden önce birileri aynı tuvalete girip işiyor sıçıyor ama biz bunlarla karşılaşmadıkça aldırmıyoruz. bunun da gitmiş olması ve benim görmemiş olmam gerekiyordu ama orada duruyordu işte. o tuvalette kendi hakimiyetini kurmuştu, o gidene kadar kimse oraya giremezdi. başkasının -muhtemelen- her gün gördüğü, hatta artık bakarken görmediği kakasına bu sefer ben bakıyordum. boş bir tuvalet, bağımsız bir kaka ve ben. acaba kimden çıkmıştı. belki asistanlardan, belki arkadaşlarımdan birinden ve hatta belki öğretim üyelerinin tuvaletine yetişemeyen bir hocadan olabilirdi. kimin yaptığını bilseydim kesin o insana karşı yaşlıların "biz senin bezli halini hatırlarız" tavrı gibi bir tavrım oluşurdu, "kakan kadar konuş be" gibi çıkışlar yaptığımı düşündüm. ya da başka açıdan bakınca da belki yüzünü bile hiç görmediğim birinin kakasını görmüş bulunmaktaydım. belki kakasıyla kendisinden önce tanışmış bulundum. belki onu bırakan kişi şu an kantin sırasında ya da evine giden otobüste birilerinin kakasıyla karşılaştığından habersiz yaşayıp gidiyordu. belki kakasının o tuvalette sergilendiğinin farkında bile değildi, onun gittiğini düşünüyordu, aceleyle çıkıp arkasına bakmamıştı. dünyanın binbir türlü hali var lakin kaka denilen şeyin pek de farklı hali yok. ceteris paribus, insan dediğimiz türün kaka çeşidi belli, hepimiz aynı kakayı yapıyoruz. ama nedense kendimizden çıkan görece daha katlanılır oluyor. bugün tuvaletin kapısını açıp bu sahipsiz kakayla karşılaşınca, sırf bana ait olmadığı için öyle iğrenç ya da garip falan hissetmedim. "bir kaka gördüm dünyam değişti" gibi bir durum da söz konusu değil elbet. çok naif bir kabullenme anıydı. öyle işte, anlatayım azıcık kaka felsefesi yapayım dedim. bir daha tuvaletin kapısını açıp bağımsız bir kakayla karşılaşırsanız selamımı söylersiniz artık.



Jan 7, 2011

2011, 20 artı 11 eşittir 31 *


günlerdir içim içimi kemiriyor. 
ulan ne güzel yazmış miss piggy diyorum. çok boşladın duygu (banada havalı bir isim bulalım yahu olmuyor böle lili'mi olsun nolsun??), olmaz böyle diyorum. uykularımdan uyanıyorum, ter basıyor!

şimdi de aslında hazırlanıp evden çıkmalıyım fakat baktım böyle olmayacak bu suçluluk duygusu ile daha fazla yaşayamayacağım. kırdım kıçımı oturdum threesome'mızın başına! zamanında ben ingilterelerdeyken itinayla olan bitenden haberdar ettiniz beni. ah peki ya ben hayırsız arkadaşınız, ya ben, ya ben?? söz daha sorumlu bir blogger olacağım! yazacağım çizeceğim!

öncelikle yeni yıla balak'la beraber girdik, sevgililerimizin ve arkadaşlarımızın yanında! gerçi kelimenin tam anlamıyla değil çünkü m. beni tuvaletin kapısının önünde bekliyordu. ben yine 12'ye tuvalette kahkullerimi düzeltirken girdim. her neyse ilk dakikalar kahkahayla geçti bu sayede. yeni yıl bize neler mi getirdi?? aşk, sevgi, başarı, barış diye zırvalayayım diyecektim ama hayır! burçak ve merve'yi getirdi. beraber guitar hero falan oynadık. özgür güzel sesiyle bize şarkılar söyledi. böyleyken böyle işte. sakin, eğlenceli, kurabiyeli, benim güzel güzel dilimlediğim ama kimsenin yemediği mükemmel peynir-li bir gece geçirdik! ve keşke miss piggy'de yanımızda olsa dedik!

2010 yılını değerlendirmek istemiyorum. çünkü çok pislik bir yıldı. stres stres stres şeklinde geçti bile diyebilirim. erasmus oldu olmadı, gittim gidiyorum, geldim geliyorum, okul bitti, bitiyor, işsiz kalıyorum, kaldım, özel öğrenci oldum oluyorum... gibi bir çok saçmalık ile doluydu. güzel planlar uğruna yanı başımızdan gidenler oldu çokça.. böle nalet, pislik bir yıldı anlayacağınız! şaka bir yana 2010 biraz zorlu bir yıldı.

2011'e gelince bu sene artık planladığım, kendimden yola çıkarak hazırladığım, kişisel gelişim kitabımı bayilerden alabileceksiniz. ay dışarı çıkmam lazım kaptırdım gidiyorum!

devamı gelecek...
* başlık uykusuz dergisinden alıntılanmıştır.

 çocuk kitabın ana kahramını ile tanıştırayım sizi , limon. 
eskiz aşmasında kendisi. 

biraz benden biraz kültür sanat.

gece gece canım sıkılıyor ah okuyucu vah diğer blogger kardeşlerim, threesomelarım.
yine ders çalışmak durumlarında olmak, bir sınavı geçmek hissiyatı sardı dört bir yanımı - hatıralar da cabası.
girmem gereken sınav almanca olup çalışmam gerekenlerde güzide dil almancaya dair her şeydir.
beynimin öğrendiklerini ne de çabuk dışladığına bir kez daha büyülenerek tanıklık ediyorum.ah ulan acımasız hayat, yıllardır bu dile çalışıyorum, ben bıktım o bıkmadı benden.
yeni yılla ilgili bendeniz de bir yazı yazmayı hayal ediyorum elbet yazacağım da ama şimdilik beklemeniz gerekiyor zira ufak bir ara verdim birazdan çalışmaya devam etmem gerekiyor.
bu aralar kendi hayatımla ilgili - çok seviyor ve sevgilimle daimi mutluluklar yaşıyor olmamın dışında- neler anlatabileceğimi de bilemiyorum. evet, günler ilerledikçe daha bir funky daha bir krumpy kadın oluyorum adeta, saatlerce dans edebilecek bir enerji fışkırması da olmuyor değil ve kendimi stüdyoda hoplarken buluveriyorum. eh çalışmamdan da anlaşıldığı üzere almanca kursuna devam etmek niyetindeyim, beni yataktan kaldıracak bir güce ihtiyacım var. anladığım üzere uzunca bir süre daha işsizim, malum ülkemizde bazı şeyler kolay elde edilmiyor.
sevgilim bana -www.talesofmereexistence.com adresini tanıttı geçen gün, videoları büyük zevkle izledik beraber, tavsiye ederim Levni Yilmaz'ın kafasında yolculuk etmenizi.
bunun dışında pek ödüllü yeni Sophia Coppola filmi "Somewhere" i izledik, ne olduğunu pek anlamadık, Ferrari sponsor mu oldu diye şüphelendik, çok dikkatimizi çekmedi film velasıl.
sonra "The Tourist" de felaketti, Angelina Jolie Johnny Deep'in teyzesi gibi gözüküyordu, acil kilo alsın o kadın yoksa gitti giden ben diyim. film de pek iç açıcı değildi, insanda acilen pılını pırtını toplayıp Venedik'e yerleşme hissi yaratıyordu o kısım ayrı. Dün de "Guliver's Travels"ı izledik, öyle mantık hatalarını, filmdeki detaysızlıkları falan eleştirme gibi bir niyetten yoksun izleyerek eğlendik, güldürdü bizi ve sinema salonunda akşam 21.50 seansında koskoca salonda 14 kişi vardı ve dağılım 7 kadın 7 erkek olarak eşitleniyordu, anlaşılacağı üzere 7 tane çift olarak izlendi bu komedi filmi,damm it!
şimdilik böyle sayın satırları takip etmekte olan gözlerin sahipleri, canlarım.
almanca beni bekler ya da deutschland über alles.
caio!

Jan 4, 2011

growing apart?


iş bu postumuz öyle nükteli komikli olmayacak. zira bugün aklıma takılan ingilizce phrase "grow apart" beni çağrışımın pençesine düşürerek bu mecraya sürükledi. grow apart, bilindiği üzere "yavaş yavaş kopmak" anlamına gelir. lakin kelimeleri ayrı ayrı ele alırsak ayrı gayrı büyümek, olgunlaşmak gibi kekremsi bir tat veren acıklı bir manası vardır. bir zamanlar aynı eylemleri yapıp aynı şekilde hissettiğiniz o elmanın öbür yarısı insandan ve hatta o zamanki kendinizden uzaklaşmanız, hatta yabancılaşmanız durumunda kullanılabilir. "ben görsel yolla daha iyi anlıyorum yea" gibi bahanelerle bana gelmemeniz için meseleyi bir diagramla anlatmak gerekirse hemen şöyle buyrun, aşağıda epik bir growing apart mezvu bahis:



uzun bir süre boyunca iletişim kurup birbirini güncellememek, araya fiziksel mesafelerin girmesi (ah o yollar, sanki çağ atlatıyorlar) ya da farklı sosyal ortamlara dahil olmak gibi faktörler cebren ve hileyle bu growing apart hadisesinin katalizörleri gibidir. ve bloggerınız miss piggy, tıpkı sizin gibi bu faktörlerin her birine maruz kalmış bir aciz olarak hepsine ekseriyetle küfür eder. senin benim komşu rukiye teyzenin hiç önemsemediği o günlük pratikler, hatta itinayla kaçmaya çalıştığımız o rutinler aslında insanları sarmalayan sağlam ipliklerdir. sevgilinle bira tokuşturarak izlediğin how i met your mother olsun, kankanla çin yemeği sipariş edip izlediğin cuma gecesi filmleri olsun, hep aynı omletin piştiği ve aynı peynirin olduğu pazar kahvaltıları olsun. bunlar çok masum görünen, küçücük fıçıcık detaylar olabilir. ama bir yerde sürerlilikleri onları önemli kılar, çünkü aslında insanları birbirine bağlarlar (evet canım, aynen nokia gibi). aynı anda aynı şeyleri yapmak, izlemek, dinlemek işte kısaca birlikte büyümek bu şekilde günlük "önemsizliklerle" oluşan bir şeydir. araya o mendebur katalizörlerden biri girdiğinde ve tüm bunların devamlılığı hatta belki imkanı kalmayınca başka insanlarla başka günlük yaşam pratikleri öreriz ilmek ilmek. yeni rutinlerimizle belki daha mutluyuzdur belki daha mutsuz, bu total hesaplarından anlamam. ama işte o geçmişteki mihenk taşı edasındaki eylemleri bu sefer tek başına ya da başkalarıyla yaparken, o eski rutinleri örerken oluşturduğun ilmekleri bu sefer boğazında düğüm olarak bulursun. ne yediğinin tadı, ne izlediğinin gırgırı kalır, elinde avuncunda bir tek coşkun sabah ve anılar nağmeleri ile kalakalırsın.

aslında çok deterministik yaklaşmamak lazım. evet bazen araya yollar yıllar girse de hala bir elma kalabilme durumu namümkün değildir. günlük pratikler olmasa da aynı düşüncede ve hissiyatta gelişebilirsin hayatta, ama işte işimiz daha bir şansa kalmıştır bu durumda. çünkü teknoloji her ne kadar birbirimizi güncellememizi kolaylaştırsa da, birinin hangi gün hangi etkinliğe gittiğini, kiminle neler yaptığını pasif bir şekilde takip etmek ya da dinlemek ile bunları bizzat ve fiilen beraber yapmak arasında deniz akkaya'nın estetikli ve estetiksiz hali kadar fark vardır. dolayısıyla dötünüzü sosyal medya ya da türevi teknolojik mümkünatlara bağlamak pek yeterli bir çaba değildir. bazen bir şekilde olur ve happily ever after olur, bazense bir zırt olmaz ve insanlar farklı yönlerde değişir. hülasa, growing apart hayatın ketum gerçeklerinden biridir. ve geliyorum demez. önünde diz çöküp merhamet dilenmek nafiledir, mission completed'tir, o kişi ile ayrı dünyaların insanı olmuşsunuzdur. feleğin çemberinden atlayayazmış birlikteliğiniz fail olmuştur. selam verip ayrı yollarınızı arşınlamaya başlarsınız. ne elem, ne keder yüklü, içim şişiyor. yoksa sadece bana mı böyle buruk geliyor growing apart, insanların kolay adapte olduğu bir süreç mi bilmiyorum tabi.

velhasıl kelam, bana bu growing apart hadisesine direnmeye çalışır bir haliyet-i ruhiyeyi anımsatan ve penceremden dışarı süzgün süzgün bakarken hiçbir koşulda kopmamak istediğim insanları ve onlarla paylaştığım güzel rutinleri andırtan, düşündürten bir şarkıyla sizleri bugünkü iç bunaltan vaazımdan salıveriyorum,
ilhan erşahin ve sahara lounge'dan gelsin,
fly: http://dinlea.com/369225 (fizy'i under construction gördüm, ne idüğü belirsiz sitelere talibiz)