Jan 29, 2011

öğle saatinde olmaz.

Öğle saatlerinde sevilen insana adanmak amaçlı oraya buraya yazılarak ilan edilen "sevemedim karagözlüm seni doyunca", bırakıp gittin beni göte giren şemsiye açılmaz şimdi" tarzı acıklı yazılar yasaklansın! birileri bu insanlara anlatsın, öğle saatlerinde olmaz bu işler. gel arkadaşım şöyle otur, biraz iç akşamından, gece olunca efkarlan, beyni aç sonsuza kendine ait bir şeylerin çıkmasına izin ver. yaz sonra yakar falan. ne bu böyle öğle saatinde dişinde kalmış beyaz peynirle oturup bilgisayar başına aşk acılarını dünya aleme duyurma amacındasın, ha. noluyor yani, inandırıcı mı bu şimdi. akşamüstü olsa, bir derece geçerliliği var ne de olsa uyanmış olup evde sıkılarak sevdiceği düşünüp geçirilen saatlerin sayısı artmış oluyor lakin yine de olmaz arkadaşım, böyle acıklı durum beyanları gündüz yapılmaz aslen, gün ışıldarken okula/işe gidilir, yemek yapılır, çamaşır/bulaşık yıkanır, ev süpürülür, gerekirse arkadaşlarla bir kahve içilir, ödev varsa yapılır, gazeteler okunur vs. amma, aşk acıları uluorta sergilenmez, kimse de inanmaz böyle bir duygunun o kendinden ışıklı saatlerde ortaya çıkıvermesinin gerçekliği yansıttığına.

sen sen ol, acını geceye sakla arkadaş.

saygılar.

Jan 18, 2011

shit happens



bugün bölümdeki tuvaletlerden birinin kapısını açtım ve bir parça kaka ile yüzleştim. bu fiili özellikle seçtim çünkü aslında herkesin başına gelen iğrenç bulduğumuz ama biraz da kanıksadığımız bu durumla ilk kez tam anlamıyla bir yüzleşme yaşadım bugün. her zamanki gibi hemen kapıyı kapatıp bir cesaretle başka kapıyı açmak yerine bir an "merhaba kaka" dedim ve güldüm. benden önce biri gelmiş ve onu oraya bırakıp gitmişti. bir an böyle düşününce tüm durum iğrenç değil komik gelmişti. kaka tüm gerçekliğiyle orada duruyordu işte ve bana ait değildi. elbette bizden önce birileri aynı tuvalete girip işiyor sıçıyor ama biz bunlarla karşılaşmadıkça aldırmıyoruz. bunun da gitmiş olması ve benim görmemiş olmam gerekiyordu ama orada duruyordu işte. o tuvalette kendi hakimiyetini kurmuştu, o gidene kadar kimse oraya giremezdi. başkasının -muhtemelen- her gün gördüğü, hatta artık bakarken görmediği kakasına bu sefer ben bakıyordum. boş bir tuvalet, bağımsız bir kaka ve ben. acaba kimden çıkmıştı. belki asistanlardan, belki arkadaşlarımdan birinden ve hatta belki öğretim üyelerinin tuvaletine yetişemeyen bir hocadan olabilirdi. kimin yaptığını bilseydim kesin o insana karşı yaşlıların "biz senin bezli halini hatırlarız" tavrı gibi bir tavrım oluşurdu, "kakan kadar konuş be" gibi çıkışlar yaptığımı düşündüm. ya da başka açıdan bakınca da belki yüzünü bile hiç görmediğim birinin kakasını görmüş bulunmaktaydım. belki kakasıyla kendisinden önce tanışmış bulundum. belki onu bırakan kişi şu an kantin sırasında ya da evine giden otobüste birilerinin kakasıyla karşılaştığından habersiz yaşayıp gidiyordu. belki kakasının o tuvalette sergilendiğinin farkında bile değildi, onun gittiğini düşünüyordu, aceleyle çıkıp arkasına bakmamıştı. dünyanın binbir türlü hali var lakin kaka denilen şeyin pek de farklı hali yok. ceteris paribus, insan dediğimiz türün kaka çeşidi belli, hepimiz aynı kakayı yapıyoruz. ama nedense kendimizden çıkan görece daha katlanılır oluyor. bugün tuvaletin kapısını açıp bu sahipsiz kakayla karşılaşınca, sırf bana ait olmadığı için öyle iğrenç ya da garip falan hissetmedim. "bir kaka gördüm dünyam değişti" gibi bir durum da söz konusu değil elbet. çok naif bir kabullenme anıydı. öyle işte, anlatayım azıcık kaka felsefesi yapayım dedim. bir daha tuvaletin kapısını açıp bağımsız bir kakayla karşılaşırsanız selamımı söylersiniz artık.



Jan 7, 2011

2011, 20 artı 11 eşittir 31 *


günlerdir içim içimi kemiriyor. 
ulan ne güzel yazmış miss piggy diyorum. çok boşladın duygu (banada havalı bir isim bulalım yahu olmuyor böle lili'mi olsun nolsun??), olmaz böyle diyorum. uykularımdan uyanıyorum, ter basıyor!

şimdi de aslında hazırlanıp evden çıkmalıyım fakat baktım böyle olmayacak bu suçluluk duygusu ile daha fazla yaşayamayacağım. kırdım kıçımı oturdum threesome'mızın başına! zamanında ben ingilterelerdeyken itinayla olan bitenden haberdar ettiniz beni. ah peki ya ben hayırsız arkadaşınız, ya ben, ya ben?? söz daha sorumlu bir blogger olacağım! yazacağım çizeceğim!

öncelikle yeni yıla balak'la beraber girdik, sevgililerimizin ve arkadaşlarımızın yanında! gerçi kelimenin tam anlamıyla değil çünkü m. beni tuvaletin kapısının önünde bekliyordu. ben yine 12'ye tuvalette kahkullerimi düzeltirken girdim. her neyse ilk dakikalar kahkahayla geçti bu sayede. yeni yıl bize neler mi getirdi?? aşk, sevgi, başarı, barış diye zırvalayayım diyecektim ama hayır! burçak ve merve'yi getirdi. beraber guitar hero falan oynadık. özgür güzel sesiyle bize şarkılar söyledi. böyleyken böyle işte. sakin, eğlenceli, kurabiyeli, benim güzel güzel dilimlediğim ama kimsenin yemediği mükemmel peynir-li bir gece geçirdik! ve keşke miss piggy'de yanımızda olsa dedik!

2010 yılını değerlendirmek istemiyorum. çünkü çok pislik bir yıldı. stres stres stres şeklinde geçti bile diyebilirim. erasmus oldu olmadı, gittim gidiyorum, geldim geliyorum, okul bitti, bitiyor, işsiz kalıyorum, kaldım, özel öğrenci oldum oluyorum... gibi bir çok saçmalık ile doluydu. güzel planlar uğruna yanı başımızdan gidenler oldu çokça.. böle nalet, pislik bir yıldı anlayacağınız! şaka bir yana 2010 biraz zorlu bir yıldı.

2011'e gelince bu sene artık planladığım, kendimden yola çıkarak hazırladığım, kişisel gelişim kitabımı bayilerden alabileceksiniz. ay dışarı çıkmam lazım kaptırdım gidiyorum!

devamı gelecek...
* başlık uykusuz dergisinden alıntılanmıştır.

 çocuk kitabın ana kahramını ile tanıştırayım sizi , limon. 
eskiz aşmasında kendisi. 

biraz benden biraz kültür sanat.

gece gece canım sıkılıyor ah okuyucu vah diğer blogger kardeşlerim, threesomelarım.
yine ders çalışmak durumlarında olmak, bir sınavı geçmek hissiyatı sardı dört bir yanımı - hatıralar da cabası.
girmem gereken sınav almanca olup çalışmam gerekenlerde güzide dil almancaya dair her şeydir.
beynimin öğrendiklerini ne de çabuk dışladığına bir kez daha büyülenerek tanıklık ediyorum.ah ulan acımasız hayat, yıllardır bu dile çalışıyorum, ben bıktım o bıkmadı benden.
yeni yılla ilgili bendeniz de bir yazı yazmayı hayal ediyorum elbet yazacağım da ama şimdilik beklemeniz gerekiyor zira ufak bir ara verdim birazdan çalışmaya devam etmem gerekiyor.
bu aralar kendi hayatımla ilgili - çok seviyor ve sevgilimle daimi mutluluklar yaşıyor olmamın dışında- neler anlatabileceğimi de bilemiyorum. evet, günler ilerledikçe daha bir funky daha bir krumpy kadın oluyorum adeta, saatlerce dans edebilecek bir enerji fışkırması da olmuyor değil ve kendimi stüdyoda hoplarken buluveriyorum. eh çalışmamdan da anlaşıldığı üzere almanca kursuna devam etmek niyetindeyim, beni yataktan kaldıracak bir güce ihtiyacım var. anladığım üzere uzunca bir süre daha işsizim, malum ülkemizde bazı şeyler kolay elde edilmiyor.
sevgilim bana -www.talesofmereexistence.com adresini tanıttı geçen gün, videoları büyük zevkle izledik beraber, tavsiye ederim Levni Yilmaz'ın kafasında yolculuk etmenizi.
bunun dışında pek ödüllü yeni Sophia Coppola filmi "Somewhere" i izledik, ne olduğunu pek anlamadık, Ferrari sponsor mu oldu diye şüphelendik, çok dikkatimizi çekmedi film velasıl.
sonra "The Tourist" de felaketti, Angelina Jolie Johnny Deep'in teyzesi gibi gözüküyordu, acil kilo alsın o kadın yoksa gitti giden ben diyim. film de pek iç açıcı değildi, insanda acilen pılını pırtını toplayıp Venedik'e yerleşme hissi yaratıyordu o kısım ayrı. Dün de "Guliver's Travels"ı izledik, öyle mantık hatalarını, filmdeki detaysızlıkları falan eleştirme gibi bir niyetten yoksun izleyerek eğlendik, güldürdü bizi ve sinema salonunda akşam 21.50 seansında koskoca salonda 14 kişi vardı ve dağılım 7 kadın 7 erkek olarak eşitleniyordu, anlaşılacağı üzere 7 tane çift olarak izlendi bu komedi filmi,damm it!
şimdilik böyle sayın satırları takip etmekte olan gözlerin sahipleri, canlarım.
almanca beni bekler ya da deutschland über alles.
caio!

Jan 4, 2011

growing apart?


iş bu postumuz öyle nükteli komikli olmayacak. zira bugün aklıma takılan ingilizce phrase "grow apart" beni çağrışımın pençesine düşürerek bu mecraya sürükledi. grow apart, bilindiği üzere "yavaş yavaş kopmak" anlamına gelir. lakin kelimeleri ayrı ayrı ele alırsak ayrı gayrı büyümek, olgunlaşmak gibi kekremsi bir tat veren acıklı bir manası vardır. bir zamanlar aynı eylemleri yapıp aynı şekilde hissettiğiniz o elmanın öbür yarısı insandan ve hatta o zamanki kendinizden uzaklaşmanız, hatta yabancılaşmanız durumunda kullanılabilir. "ben görsel yolla daha iyi anlıyorum yea" gibi bahanelerle bana gelmemeniz için meseleyi bir diagramla anlatmak gerekirse hemen şöyle buyrun, aşağıda epik bir growing apart mezvu bahis:



uzun bir süre boyunca iletişim kurup birbirini güncellememek, araya fiziksel mesafelerin girmesi (ah o yollar, sanki çağ atlatıyorlar) ya da farklı sosyal ortamlara dahil olmak gibi faktörler cebren ve hileyle bu growing apart hadisesinin katalizörleri gibidir. ve bloggerınız miss piggy, tıpkı sizin gibi bu faktörlerin her birine maruz kalmış bir aciz olarak hepsine ekseriyetle küfür eder. senin benim komşu rukiye teyzenin hiç önemsemediği o günlük pratikler, hatta itinayla kaçmaya çalıştığımız o rutinler aslında insanları sarmalayan sağlam ipliklerdir. sevgilinle bira tokuşturarak izlediğin how i met your mother olsun, kankanla çin yemeği sipariş edip izlediğin cuma gecesi filmleri olsun, hep aynı omletin piştiği ve aynı peynirin olduğu pazar kahvaltıları olsun. bunlar çok masum görünen, küçücük fıçıcık detaylar olabilir. ama bir yerde sürerlilikleri onları önemli kılar, çünkü aslında insanları birbirine bağlarlar (evet canım, aynen nokia gibi). aynı anda aynı şeyleri yapmak, izlemek, dinlemek işte kısaca birlikte büyümek bu şekilde günlük "önemsizliklerle" oluşan bir şeydir. araya o mendebur katalizörlerden biri girdiğinde ve tüm bunların devamlılığı hatta belki imkanı kalmayınca başka insanlarla başka günlük yaşam pratikleri öreriz ilmek ilmek. yeni rutinlerimizle belki daha mutluyuzdur belki daha mutsuz, bu total hesaplarından anlamam. ama işte o geçmişteki mihenk taşı edasındaki eylemleri bu sefer tek başına ya da başkalarıyla yaparken, o eski rutinleri örerken oluşturduğun ilmekleri bu sefer boğazında düğüm olarak bulursun. ne yediğinin tadı, ne izlediğinin gırgırı kalır, elinde avuncunda bir tek coşkun sabah ve anılar nağmeleri ile kalakalırsın.

aslında çok deterministik yaklaşmamak lazım. evet bazen araya yollar yıllar girse de hala bir elma kalabilme durumu namümkün değildir. günlük pratikler olmasa da aynı düşüncede ve hissiyatta gelişebilirsin hayatta, ama işte işimiz daha bir şansa kalmıştır bu durumda. çünkü teknoloji her ne kadar birbirimizi güncellememizi kolaylaştırsa da, birinin hangi gün hangi etkinliğe gittiğini, kiminle neler yaptığını pasif bir şekilde takip etmek ya da dinlemek ile bunları bizzat ve fiilen beraber yapmak arasında deniz akkaya'nın estetikli ve estetiksiz hali kadar fark vardır. dolayısıyla dötünüzü sosyal medya ya da türevi teknolojik mümkünatlara bağlamak pek yeterli bir çaba değildir. bazen bir şekilde olur ve happily ever after olur, bazense bir zırt olmaz ve insanlar farklı yönlerde değişir. hülasa, growing apart hayatın ketum gerçeklerinden biridir. ve geliyorum demez. önünde diz çöküp merhamet dilenmek nafiledir, mission completed'tir, o kişi ile ayrı dünyaların insanı olmuşsunuzdur. feleğin çemberinden atlayayazmış birlikteliğiniz fail olmuştur. selam verip ayrı yollarınızı arşınlamaya başlarsınız. ne elem, ne keder yüklü, içim şişiyor. yoksa sadece bana mı böyle buruk geliyor growing apart, insanların kolay adapte olduğu bir süreç mi bilmiyorum tabi.

velhasıl kelam, bana bu growing apart hadisesine direnmeye çalışır bir haliyet-i ruhiyeyi anımsatan ve penceremden dışarı süzgün süzgün bakarken hiçbir koşulda kopmamak istediğim insanları ve onlarla paylaştığım güzel rutinleri andırtan, düşündürten bir şarkıyla sizleri bugünkü iç bunaltan vaazımdan salıveriyorum,
ilhan erşahin ve sahara lounge'dan gelsin,
fly: http://dinlea.com/369225 (fizy'i under construction gördüm, ne idüğü belirsiz sitelere talibiz)

Dec 29, 2010

idari meseleler

bu arada "yeni yıl yeni bıdı" furyasına uyarak logomuzu da değiştirdim, umarım "like edersiniz" ve daha sık post yazma hevesiyle yanar tutuşursunuz, gece uykularınızdan uyanırsınız. ey blog ahalisi.

2010 out 2011 in



DıPTıS Dıııp DıPTıS Dııııııp DıPTıs DıPTıS Dıııım...
(geyikler, çanlar falan)

Bir yılı daha devirdik a dostar.
Tabi ki de o meşhur hamleyi yapıp arkamıza dönüp bu yıl ne haltlar yemişiz diye bakacağız yeni bir yıla gireceğimiz şu birkaç gün içerisinde. Neden yapıyoruz? Eh insan zaman kavramına takık bir canlı olduğundan ve benlik kavramını da buna bağladığından olsa gerek durup durup bir geçmişe dalma, kurcalama, illa işe yarar bir şey çıkarma haliyetinde oluyor. Durum vaziyet bu olunca yeni yıla girişler tüm çeteleleri gözden geçirmek ve cari hesaplamalar yapmak açısından neredeyse ulusal bayram olarak kabul edilebilir. Bir de bu hesaplamaların sonucunda tüm hesabı zaten bitmek üzere olan, zaten canı çıkmış kan ter içerisinde kalmış olan yıla yıkmak isteyen bir grup ağzı köpüklü isyankar da her
yeni yıl döneminde rastladığımız bildik manzaralardan olmuştur. Bu grup, ki sayıları azımsanacak gibi değildir, "fuck you 2010, asshole 2010, 2010 fucked me, I never loved you 2010, go home 2010" gibi incitici ve rencide edici ifadelerle ve tabi ki trende uyup yumurta atarak bu büyük umutlarla ve kırmızı halılarla karşıladıkları yılı, bu defa popişine tekmeyi basarak gönderiyorlar. Be kafirler, el kadar 2010 size napsın? Eğer gerçekten "ability"si olan bir kavram olsaydı ilk yapacağı sanırım tüm bu provakatörleri tek tek 2011'e rapor etmek olurdu ki, abisi onları sıra dayağından geçirsin, tokat manyağı yapsın. Neyse, "yıllara acımasız davranmayın, onların da sizin gibi mağdur olduğunu görün, azıcık merhamet ulaaan" demek yerine yeterince saçmaladım. Eğer "daha ne kadar saçmalayacak, Oh good God, poor woman" iç sesi eşiliğinde okumaya devam eden varsa şimdi size çok özel threesome 2010 ajandasından çıkanları aktaracağım:

Öncelikle Şubat 2010 itibariyle blogmarkette yerimizi aldık. Bunu tabi ki de memleket çapında törenlerle kutladık. Gönderilen çelenkleri hala evlerimizde yeni yıl dönemi çam ağacı maksatlı olarak değerlendiriyoruz, destekçilerimize selam olsun.

Dugu, ergenliğin verdiği ailesini reddetme hormonunun etkisiyle bizleri "ben londralara gidip erasmuslu olacağım, peşimden gelmeyin ve beni bir daha aramayın" notuyla bırakıp gitti. Kendisi oralarda tutunamayıp yaz dönemine doğru yurda döndüğüne ve sokak ressamı olarak yaşamını kazandığına dair sanal yollarla çeşitli bildirimlerde bulunsa da ben hala kendisini görüp tutamadığım için akıbeti konusunda bir yorum yapamayacağım. gidiş o gidiş.

Efendim, Dugu'nun gidişi beni derin kederlere itmiş ve zaten bana bir beden dar gelen ankarayı benim için adeta bir winzip programına dönüştürmüştü. Lulu ile birbirimize destek olurken artık sağlıklı düşünemeyen ben ani bir kararla "ben de gidiyorum huleyn" nağralarıyla kendimi sınavdan sınava sokmak suretiyle son derece mazoşist bir tavırla istanbul bileti çıkarttım.ve bu satırları martılar ve martinim eşiliğinde yazıyorum.

Tüm olan biteni dehşet içinde izleyen LuLu ise adeta araba farlarına tutulan kedi misali "startle response" vererek, koltuğuna sıkı sıkı tutunmayı uygun buldu. Sonradan duyduk ki alkolün ve eğlencenin pençesine düşmüş, ve fazla funk yapmaktan dolayı mütemadiyen poposu seğriyormuş.

işte biz böyle muhteşem, fevkaladenin fevkinde bir yılı geride bırakmaktan muzdaribiz. Geçen yıl Lulu da ben de şu vaziyette karşıladık yeni yılı (gözyaşlarımızı korkuya değil aşırı coşku(!)ya verin):

Bazı yıllarda da şu kayıtsızlıkla kapıyı açtığımız oldu kendisine:

Ha Duguyu sorarsanız o zaten hep şöyle karşılıyor yeni yılı:


2011'e threesome halinde giremeyeceğimiz için biraz dertliyim. Ama neyse ki "senede bir gün" dizeleri bizim için yazılmamış ve biz zaten bir threesome'ız. Yeni yıla nasıl girdiğimizin, eskisini nasıl gömdüğümüzün ya da 365 günle savaşa girmenin hiçbir anlamı yok, sonuçta sadece threesome önemli. hayatınızda kaç tane threesome arkadaşınız var onu düşünün gerisini hesaplamayı boşverin, çünkü gerisi her yıl değişebilir, ama threesome baki kalacaktır.

Son olarak, Santa Claus'dan not getirdim, "bu yıl hediye dağıtmayı canım hiç canım istemiyor, ben de siz faniler gibi evde mısır patlatıp kestane yapıp tombala oynamayı deneyeceğim, birkaç kapak da viski atarım, oh mis" dedi. "biz öksüz, biz yetim mi kalacağız noel buba" dedim, kıs kıs gülerek "bu seferlik de herkes birbirine dudaktan öpücük versin yetmedi threesome yapsın" dedi. elçiye zeval olmaz lafına sığınarak iletmekle kalmayıp bu uygulamayı desteklediğimi de belirtmek isterim.

karınız bol, çikolatanız sıcak, öpücükleriniz ıslak, yeni yılınız şen olsun.

saygılar.

Nov 22, 2010

... Cezalandırılan, ama görünmek istedikleri kadar da kızgın olmayan çiftlik hayvanlarının, karanlık ahırlarda çıkardığı tek tük cıyaklamalar işitiliyordu.

Boris Vian demiş, Yürek Söken' de.

tam da böyleyim ha.

Nov 15, 2010

a part from the Joke, book of Milan Kundera.

... all i had left was time. Time I came to know intimately as never before. It was not the time with which I had previously had dealings, a time metapmorphosed into work, love, effort of every kind, a time I had accepted unthinkingly because it so discreetly hid behind my actions. Now it came to me stripped, just as it is, in its true and original form, and it forced me to call it bt its true name(for now I was living sheer time, sheer empty time) so as not to forget it for a moment, keep it constantly before me, and feel its weight.
When music plays, we hear the melody, forgetting that it is only one of the modes of time; when the orchestra falls silent, we hear time; time itself. I was living in a pause. Not in an orchestra's general pause (whose lenght is clearly determined by a specific sign in the musical score), but in a pause without a determined end.

Oct 10, 2010

belgelerim var.


bu fotoğrafta da gördüğünüz gibi balak ve miss piggy'den önceki ekibim bu şekildeydi. gelin görün ki yamuk yaptılar. neymiş trooperlar yarı robotmuş.. bende "olmaz olsun sizin arkadaşlığınız!" dedim, bastım geldim ankara'ya gerisini az çok biliyorsunuz.


ps: farkına varmayanlar için açıklama yapmak istedim: Çalıştıkça yaratıcılığım artıyor.

Sep 15, 2010

when in rome.


burası bomboş kalmış yahu!neler oluyor gençler,tatil rehaveti üstümüzde olsa gerek.
o zaman uzun zaman sonunda blogumuza bir destansı filmle geri dönmek istiyorum.
evet, miss piggy ile izleyip ortak karara vararak EN KÖTÜ FİLM seçtiğimiz "When in Rome (Aşk Çeşmesi)" dan bahsetmek istiyorum.

sanıyorum ki şimdiye kadar çekilen en amaçsız, en dayanılmaz, en acıklı, en gideri olmayan romantik komedi kendisi. Las Vegas'ın Josh Duhamel'i baş rolde olsa da, imdb'den - nasıl olduğunu anlayamadığımız bir şekilde- 5.1 almış bulunsa da ciddi anlamda insanı hayata küstürebilecek bir film. ilk 10 dakikasında kapatılmadığı taktirde, daha sonrasında bir film ne kadar saçmalayabilir merakıyla kendini izleten bir boş yapıt.

İZLEMEYİN, İZLETMEYİN!

p.s. hala da düşünüyorum Danny De Vito nasıl oldu da bu filmde rol aldı.

ama en güzeli, tek güzeli,

i dont speak idiot. espirisiydi.

yes.

Aug 12, 2010


hava sıcaktı,
beynim aktı.

Aug 9, 2010

vov!

sanırım yarın üçümüzde aynı şehirde olacağız.
heyecanlandım.

Jul 22, 2010

it's dare!

what up ma bitches!
burası çok uzun zamandır sessiz kaldı. aylardır görüşemememizin bunda etkisi olabilir ama amaç zaten burayı asıl o dönemlerde hırpalamaktı değil mi çiçeklerim:) yazın göbeğinde yaşadığımız kış uykumuzdan gözleri mahmur uyanalım ve güncel kalıp güncelleyelim lütfen!

so get your damn sweet asses back in the bloody game, sexy ladies!

şimdi... ordövr olaraktan ben bikaç ay önce sanatına aşina olduğum bir çizeri paylaşmak istedim. işleri oldukça emek isteyen kalitede ve ben neredeyse hepsini beğendim resmen. üstelik her birinin üzerine essay yazabilirmişim hissi veriyor bana (ya da ben artık ne bulsam üzerine essay yazacak mertebeye ulaştım) yani yoğun düşünceler veriyor ve üstelik artık tipikleşen illüstrasyonlardan da oldukça farklı bir çizgisi var.
kendi sitesi bizden tatlı olmasın baya şeker şuradan buyrun: http://www.evanbharris.com/
bir de flickr'ından yakın derim çünkü orada daha çok işine ulaşabiliyoruz sanırım: http://www.flickr.com/photos/evanbharris/

eh birisi de ara sıcaklara geçsin de ortam biraz daha ısınsın artık değil mi ama;)





birinizi kollarıma aldım, geriye kaldı 1! bitsin bu hasretlik.
sonra doyamayalım birbirimize.

Jun 15, 2010


aşağıda her space holiday'in son albümüne dair yazdığı ve benim zaman zaman okumaktan hoşlandığım bir yazıyı okumak üzeresiniz. derin bir nefes alıp yavaşça verin, gevşeyin ve koltuğunuza yayılıp kemerlerinizi bağlayın. sizi eve ulaştıracak yolculuğunuzun ilk uçuşunda sizi ağırlamak bizim için bir zevk.

a single hand writing several stories...

we seem to find comfort in categories and peace in placement. the world moves quickly around us. there are so many variables, and unanswered questions. who? what? when? and more importantly why? we feel like we constantly need to pick a side and stick with it...whether it be politically, socially, or artistically. despite the fact that our outlooks and philosophies are ever changing with each passing day. I have struggled with this often through the years. taking one facet of myself, both personally and creatively, and holding onto it so tightly, until there was nothing but ash in my hand. who would i be without a definite description? a tangible tag line? the weight of one question can be enough to make a back break. i picked up the phone and called an old friend.

"this is how i am feeling...and i don't exactly know what to do with it"

"come visit me" she said "and we will figure it out together"

i packed my bags. three pairs of pants. two shirts. and one old notebook that i had yet to press a pen to. i kissed ella on the cheek and said. "i will see you when it's sorted." for two days we sat in silence on that beach and listened to the waves. foolishly, i waited for an answer to wash up on to the shore. but by my sandy feet there was only an old rusty bottle cap to speak of. this was of no surprise to me.

"nothing is easy" i thought.

"yes" she said aloud, "everything is possible!"

i looked at her. as deep into her big eyes as i could stand. it was such a simple four word statement. yet, it sat inside me with the strength of dynamite. little explosions started going off in my head that got bigger and bigger and bigger. with my lips slightly moving to the beat of the moment, i kept repeating her words over and over to myself...

"yes...everything is possible, yes...everything is possible, yes...everything is possible."

she sat back on her elbows and stretched out in the sun.

"you know" she said. "the thing with you, is that you somehow managed to take a tiny percent of yourself, the smallest fraction, and turn it into your only equation. in this life, there are so many sides to everything. and that includes you. you have so many things waiting to come out...and yet you insist on building from only one part of yourself. you wouldn't point to your pinky and say this is my entire body. just like you wouldn't look at one branch and declare that this is a tree. but if you add all of the little puzzle pieces together, it makes up one entire picture. but right now, how you live, and how you create, you are just a little torn corner of a photograph. and i know deep inside you, even more so than me, you are dying to see what's in the rest of the frame"

she continued....

"a single hand can write several stories. you have made your point. You have said everything you can about it. lay that old character aside for a minute and allow yourself to make some new ones. put them in films, paintings, poems or songs. give them different names if you like...they can be heroes or villains, it doesn't matter. but what does matter is that all of them together, standing side by side, will make up one thing as a whole...and that's you. be brand new, let yourself have the innocence of a kid again. have it be your call to arms...make a revival out of it."

i reached into my bag and pulled out my crumpled, empty notebook. she handed me a pen that was resting in secret behind her ear that suggested she knew all along that this is where the story would begin . i scribbled out four words of my own...

"THE NEW KID REVIVAL"

she looked at the smudged ink, gently smiled and said...
"i guess you're ready to go home now."



Jun 9, 2010

the bravery

I am hiding from some beast
But the beast was always here
Watching without eyes
Because the beast is just my fear
That I am just nothing
Now its just what I've become
What am I waiting for
Its already done

Ohhhhhhh

Jun 3, 2010

ruben brulat.



bu fotoğraflara bayılırım.
aman dikkat!!
sakın üçümüz aynı anda, aynı şehirde bulunmayalım.
maazallah patlar matlar!!
neyse gönüller bir olsun!!

May 26, 2010

olley.


yarın da duygu'yla ve m. ile buluşacak olmanın sevinçli kutlamaları var kalbimde.
gerçekten heyecan yaptım yarebbim.
bal gibi bir çiftle olacağım yarın.
miss piggy bir de siz bize zaman ayırın efenim.özlemekten tükendi kalbim.

May 23, 2010

the dugu returns.

birazdan dugu'ya telefon açabilecek olmamın haklı sevincini paylaşmak istedim.
yehaaaaaaaaaaaaaaaa!

May 19, 2010

frida kahlo.


dün gece yine izledim Frida'nın hayatını anlatan kendi adını taşıyan filmini. Dvd'yi zamanında iyiki almışım, artık ezberlediğim repliklerinin bir de ispanyolca falan izliyorum zevkten dört köşe oluyorum.sonrasında da en başarılı soundtrack albümlerinden olan -bence- albümünü de dinledim.oh.bu kadın nedense paramparça hayatındaki duruşu ve yaptıklarıyla her daim büyülüyor beni,hele ki o Salma Hayek'in film boyunca gerçek bir Frida oluşu insanın içine işlemiyor değil.
sanırım biyografi temelli filmlere zaafım var.
Jim Morrison'lu the Doors, Ian Curtis'li Control'de vazgeçemediklerimden zira.
ama bu aralar nedense çok Frida hissediyorum kendimi.aynı resimlerindeki gibi.
p.s. dün son kez derse girdim fakültede.acaba yeniden öğrenci olacak mıyım diye düşündüm.acaba?

May 14, 2010

13 may 2010

bugünü bayram ilan ediyorum!!
 herkes kırlarda koşsun, yuvarlansın!!
libidolar çarpışsın!! mutluyuz biz!
OH YES!!



çizim çok şahane bir insan olan bana ait olmakta, sevgilerle...

May 10, 2010

nolluuuoooo!

yetişemiyorum a dostlar!
ne kafamdaki düşünce hızına, ne artan heyecanlarıma, ne içimdeki isteksizliğe, ne geleceğimdeki belirsizliğe, ne de heveslerime, oyunlarıma, okumam gerekenlere, ödevlerime, çamaşıra, ütüye, bulaşığa ve yemeğe.
uyuyasım var ya da sürekli olarak güneşin altında yayılasım.
ben her bahar bu modda olur muydum?olurdum da bu kadar karmaşa olmazdı yine de.
olsundu geçerdi değil mi bütün bunlar.
şimdi dugu gelecek,baloya gidilecek,kep atılacak,ev taşınacak,insanlara veda edilecek,çok ağlanacak bir de çk gülünecek.
işimiz çok.
miss piggy ödevlerini teslim edecek, ev bulacak, konserlere gidecek..
dugu desen gelecek, sevgilisine kavuşacak, onun adına kutlamalar düzenlenecek, aldıklarını tek tek düzenleyecek..
bunlar bir şey değil daha neler neler neler..
biraz enerji biraz da rahatlamak için au revoir simone dinlemeye devam edeyim.
bi' de Deniz Baykal çıkan "kasedinin" ardından istifa etti dugu.
haberin var mıydı?
ingiltere'de de Brown Eylül gibi görevi bırakacağını ilan etti.
ohooooooo!
dünya da karışıyor bir biz mi.
küller gene hava trafiğini kapatıyor- aman sen gelirken bir şey olmasın,dinimiz amin."
aids'le savaşan dernekler güçsüzleşiyor, denize petrol sızıyor, anayasada madde tartışmaları bitmiyor.
ve hayat su gibi akıp gidiyor.
bense şenliklerde çimen+güneş+devilsticks+dondurma+aburcubur+koşuşturma+müzik dinleme+alkole doyma dönemine girmek istiyorum.
bi'de jelly bean'lerim bitti yaağ.
izninizle..

May 8, 2010

merve'nin dövmesi.

çakma yonca diye tabir ettiği dövmesi, 4 tane kalbin popolarından biraraya getirilmesi sonucu yonca görünümü almalarından ibarettir.orta kısımda gölgelendirilmeye başvurulmuştur.
iyi olmuştur bence,hayırlısı olsundur.

Apr 24, 2010

we luv web-cam

teknoloji çok güzel bir şey.
hatta kendisine "Osman" demek istiyorum.
bayılıyorum Osman'a.
Osmansız nasıl yaşardım bilemiyorum.
Osman sayesinde sevdiklerime kavuşuyorum.
Osman saolsun, bir tıklamayla saatlerce konuşup kıkırdayabiliyoruz.



PS: aşağıdaki fotoğrafa bakıp bakıp aşık oluyorum..

teşekkürler Osman.
sen olmasan bu kadar doğal ve acayip fotoğrafları nasıl çekerdim bilmiyorum.
beni güldürüyorsun Osman.

Apr 18, 2010

biraz kızıp çıkıcam.

sevgili arkadaşlarım,yoldaşlarım,dostlarım,okuyucu vs..
muzdaribim bazı konularda of offfff!
gelen bahar ayları gevşer gönül yayları olayların akışını tabii ki değiştiriyor.
bir de ister istemez başımıza gelen insanların sıklaşması da bazen bu aylara rastlamıyor değil.
o değil de, birisini beğenmeye göreyim ya da hoşmuş falan diye yorum yapmaya göreyim.
bir anda çevresindeki herkesi tanıdığımı fark ediyorum.
resmen çevreleme politikası gibi.
ULAN!yüzlerce arkadaşını biliyor çıkıyorum,bazısı yakınen bazısı uzaktan tanıdıklarım oluyor, bazısı ise dıdısının dıdısı oluyor ama tanıyor oluyorum işte!
bir de çocuk hakkında yüzlerce bilgi birikimini de sağlamış oluyorum bu yolla, fakat gelin görün ki tek insan kalıyor muhabbet kurmak için aylarca beklemem gereken o da tabii ki tahmin edebileceğiniz gibi başroldeki şahsiyet oluyor! tamam artık gelişen sosyal ağlar sayesinde herkes herkesten haberdar olmuş durumda, yani hayatınız boyunca hiç görmediğiniz bir insan hakkında otomatik olarak çok şey biliyormuş konumuna çok rahatlıkla erişebiliyorsunuz, kim kiminle nerede bilebiliyorsunuz falan;fakat benim durum daha da vahim oluyor. örneğin üniversitede beğendiğim çocuk ufak bir araştırma sayesinde taa lisedeki yakın arkadaşımın babasının tayini sonucunda taşındıklarında gittiği liseden edindiği yakın arkadaşının bana da mektuplarında bahsettiği büyük platonik aşkı çıkabiliyor!ULAN!
yani herkes tanıdık çıkmasın. zaten yeterince birbirimize bağlı çıkıveriyoruz :üniversitede edindiğim dostumun yuvadan arkadaşım çıkması.. bir de beğendiğim çocukların her yerden tanıdık çıkmalarına rağmen benimle tanışık olamamaları ha bir de bu durumdan tahminimce farkında dahi olmamaları anca tanıştıktan sonra ben anlatırsam bu duruma aymaları.
OF!yani ben seni tanıyorum sen de onu tanıyorsun o zaman bizi de tanıştırsana be hacı hadi be ama gibi muhabbetleri sevmediğim için de tanışma anını kendi imkanlarımla yaratmaya çalışarak zamanı uzatıyorum, karnıma ağrılar giriyor oh ne ala memleket!
bahar ayları, belanız olurum ULAN!
tanıdıklarınızı da alın gidin burdan.hadi görmicem sizi burda.topunuzu keserim haa!
ya da son çare çocuğumu köpüklerim ULAN!

yaparım bilirsin.

bugünlerde burda hayat yine normale döndü dugucum zira ödevdi sunumdu falan bildiğin gibi odamızda oturup makaleler arasında kafa patlatıyoruz.
bunların dışında ise bendeniz dün biricik sınıf arkadaşlarımla beraber göksu parkı'na kahvaltı yapmaya gittim.evet,ankara'da olup da sıcacık güneşin altında suyun üstünde kahvaltı yapmak!OHA!dedittirdi. nasıl denmesin ama! gerçekten çok ekstrem bir deneyim oldu bizim adımıza. pek huzurlandık. sonrasında da seymenler parkına gidip dans arkadaşlarımızla buluştuk ve twister oynadık. oo yee meeenn! ankara'da aktiviteler artıyor haberiniz olsun (:
bir de yaptığım şehiriçi yolculuklar sırasında iki gün içinde 3 kişi gördüm ki kulaklarıklarını ters takmışlardı. hiç mi bakmıyorsunuz ama R ve L harflerine? acaba dedim öyle bir olayın hiç farkında olmadılar mı yoksa o sırada üşendiler mi bakıp takmaya falan?
sonrasında otobüsümüzdeki apaçiler!birtanesinin kolunda kartal kanatlarına sahip bir çıplak kadın dövmesi vardı ki aklımız gitti.
* bu arada merve'de dövme yaptırdı, en sonunda!
galip hoca dedi ki; haftaya seçme yapacağım, ay çok fena! 1 buçuk senedir her zaman söyledi ama yapmadı acaba bu sene yapacak mı? bu sorunun cevabını hep beraber göreceğiz ilerdeki günlerde.
hımmm,dün aysu'nun daha önce yazdığı cipslerin hepsinden alıp denedik.hiçbirini de sevmedik ciddi anlamda.ben bir tek zeytinliye bir derece daha çok puan verdim o kadar. üzgünüm doritos !
bir de nesquik yeni bir cornflakes çıkardı. hep beyaz hem de sütlü çikolata yuvarlakları var!çilekli süt eşliğinde yenince daha da bir güzel oluyor benden söylemesi.
sonra bol bol ingrid michaelson bir de ellie goulding dinliyorum, ah ingilizler!
sizi de özledim.
bir de bir sabah kafamda kenan doğulu'dan yaparım bilirsin isimli parça ile uyandım.
ahahah.
deliyim gözü kara deliyim.
yakayım romayı da yakarım ben.
bulurum seni yine bulurum.
olurum yine senin olurum.
YAPARIM BİLİRSİN!

Apr 6, 2010

spic

GO-Dugu-GO! Dugu-Go-London! London-Go-Dugu!
^_^

nihah sen Londra turuna başlamışken ve dolayısıyla blogumuzla ilgilenemezken, ben memlekette keşfettiğim yine yeni yeniden bir lezzetle ve sadece sen mağrur gurbetçimiz Dugu için bu postu yazmaktayım. Sen bunu okurken ise ben muhtemelen tüm paketi bitirmiş olacağım. çünkü bu çok kıtır pek çıtır böyle tam senin sevdiğin şeylerden bi şey. şöyle ki, doritos bi yarışma yapmış ve insanlardan gelen 3 adet farklı lezzet önerisini piyasaya sürmüş; haydari, zeytin-kekik ve gavurdağı (bu ne menem bişiy hiç bilmiyorum) olmak üzere 3 yeni tat raflarda.

ben bugün gördüm markette ve muhtemelen normalde de cipsle yoğurt sevdiğimden mütevellit haydariliye gitti elim. pek çok beğendim kendisini, aferin koçlarıma güzel yapmışlar. sırada zeytin-kekik var ama o gavurdağlı ne idüğü baya belirsiz geldi bana, sıra ona hiç gelecek mi bilmem. umarım sen dönene kadar raflardan kaldırmazlar da birlikte deneriz, critosu ketçaba banarak yiyişini özlediğim!

böyle haberler istiyorum dedin ben de piyasa araştırmasına vurdum kendimi, büyükşehir belediyesi çalışıyor gördüğün gibi. artık oylarınızı esirgemezsiniz :blink blink:

postuma son verirken pembe yanaklarını sıkmayı bir borç bilirim.

Apr 4, 2010

OH YES!


LONDRA'ya gittim, gelicem!


candy.





heath ledger ve abbie cornish'in biraraya gelerek oyunculuklarını en harika biçimde sergilemeye and içtikleri 2006 yapımı bir film "candy".
bağımlı bir çiftin ilişkilerinin aldığı yolu üç bölüm halinde ele alıyor film: heaven, earth, hell.
yaşadıkları aşkın güzelliğinden etkilenirken bir yandan da yaşayacakları felaketleri hissetmenin ve beklemenin gerginliği var daima.
bu aralar izlediğim pek çok filmi sık sık durdurup sağa sola baktığım bir dönemdeyken bu film başından sonuna kadar izlettirdi kendini.
imdb'de 7.2 alması boşuna değil. her ne kadar pek çok yerinde size requiem for a dream'i hatırlatacak olsa da birbirlerinden oldukça farklı bir atmosfer sergiliyorlar.
izlenesi, şiddetle.

"more is never enough"

Apr 3, 2010

na(aaaaa)ys!

sizleri inovatif işleri derleyip yayınlayarak kreatif çakralarınızı açan (tüm anahtar kelimeleri kullandım değil mi, aman diyeyim!) site ve bloglarla tanıştırmayı kendine görev edinmiş müzmin postçunuz miss piggy'den bir haftada 2. adres geliyor!
...DımTısDımTısDımTısTıpTıTıs...
evet, hangimiz baharın gelmesiyle çimenliklerde yuvarlanmak, nedense doğayla haşır neşir olmak, alkolle muhabbetle kavrulmak isterken odamıza tıkılıp kariyer peşinde koşturmaya mecbur bırakılmadık?
sorarım, hangimiz içimizde kaynamaya başlayan muzurluk peşindeki dürtünün altını kapatıp o artık daraltan odalarımızda bilgisayarlarımızı ödev yapmak için açmadık?
a dostlar cevap verin, hangimiz açılan monitörde "sadece maillerime bi bakıcam" diye sayfayı açıp adeta dışarıda yapamadığımızın hıncını alırcasına sayfadan sayfaya sekerek gözlerimizi şenlendirmedik, beynimize masaj yapmadık?
siz yapmasanız da (ki kimi yiyorsunuz kuzum!) kulunuz köpeğiniz, gece koynunuza aldığınız teddy bear'ınız miss piggy bunların hepsini her gün yapıyor kendini alamamacasına. sırf sizlere yeni adresler tarif edebilmek için(!) tüm ara ve çıkmaz sokaklarını, tali yollarını arşınlıyor internet aleminin.
"çıtayı yükseltmek bizim işimizdir" demiştik yola çıkarken (dememiş miydik, ayıp olmuş). bir önceki adresin tadına doyamayanlar, durup durup tıklıyorum artık ezberledim diyen siz faniler için (eminim öyle bir kesim var hah) işte sıradaki istikamet:
bu adres başımızdan eksik olmasın bize bahşettiği yüzlerce isim ve site direktifiyle, efendime söyliyim, siz deyin art ben diyim design siz deyin music ben diyim photography, azıcık kasarsa uçak mühendisliğine bile değinecek olan maşallah pırlanta gibi bir site. gidin, gezin, tozun, kültürlenin mantarlarım!
bu arada daha ilk sayfada şu an 7. sırada olan tanıtıma zat-ı muhterem tikatlerinizi çekmek istiyorum! bu sitede memleketten bir isim görebilebiliyoruz yağni artık türkiye de ab'li sayılır, çalsın sazlar oynasın efeler, hiho hiho hoha ho...
eh bu post da miyadını doldurdu, lafı eğip bükmeye ne hacet! (biriniz çocuğuna hacet ismini koysun be hatrıma)
sitedeki isimlere iyi çalışın pop-quiz yapabilitem var.
nanik.

Mar 30, 2010

growing trees

HELLO
"incomplete manifesto for growth"
x
http://www.brucemaudesign.com/#112942

yayınlaması benden uygulaması sizden,
haydi göreyim sizleri aslan parçalarım!

Mar 28, 2010

haberler.

bunlar nasıl ithamlar hanıımm hanıımmm!
gelişmelerden haberdar olman için..
madde 1. burada havalar kendini kaybetti adeta. 1 hafta boyunca güneşin bağrında bronz bronz gezdik lakin gel gör ki an itibariyle fırtına ve yağmur dışarda bizi beklemekte.
madde 2. algida yeni dondurmalar çıkardı: cornet'ten böğürtlen şöleni (olsa gerek) magnumdan da karamele doygun Gold model aramıza katıldı.
madde 3. ben de freud okuyorum bu aralar, ayağını denk al.
madde 4. kepli fotoğraf çektirme sezonu açıldı.
madde 5. artık bizim ülkemizde de kontor yerine kuruş hesabı olacakmış.
madde 6. ankara etkinlikten etkinliğe yelken açma peşinde. nisan ayında paramızı hangi konsere, tiyatroya ya da içkili eğlenceye ayıracağımızı şaşırdık. gönül ister ki hepsine gidebilelim fakat gönülü takan yok.
madde 7. hala bekarız..
madde 8. acaip acaip fotoğraflar çekiyoruz. bir de nostalji albümleri yapar olduk malum mezun olacağımızdan ötürü depresyondayız.
madde 9. kaan tangöze ve seçkin piriler köy düğünü ile sosyete birleştirdikleri bir törenle dünya evine girdi.
madde 10. kurban yeni-den albüm çıkardı.
madde 11. dansta puppin' öğreniyoruz.
madde 12. burçak bıyıklarını aldırdı!!
madde 13. siyaset gene kötü, bu ülkenin sonu ne olacak kim bilir.
madde 14. ankara film festivali sona erdi.
madde 15. otobüsler yine ikarus oldu kampusumuze şen-lik geldi.
madde 16. profest etkinliği adı altında acaip tipler geliyor kampuse. jay jay johanson,sepultura, katatonia,hayko cepkin,kül,pinup,tnk..
madde 17. hala birçoğumuzun (yok ya çoğumuzun) gelecek ile ilgili bir planı yok. yattıışş!
madde 18. kampuste yıkılmış kaldırımlar, sökülmüş yollar, yeni yapılan binalar gırla. bizim fakültelerin önü çamur batağı haline geldi. bataçıka gidiyoruz ders aşkımızla!
madde 19 ** seni çok özledik.

Mar 25, 2010

sevgili lulu ve miss piggy,
 beni türkiye'de ve sizdeki gelişmelerden haberdar edene kadar greve giriyorum.
aksi takdirde bu son postumdur.
sevgilerle..


yaratıcıyım, var mı?

Mar 21, 2010


elimde bu küçük gökkuşağını tutarken, içimden şunlar geçti;

sizinle, yazın ceila'da, denizin üzerinde, trambolinde elele zıplamayı özledim.
hiçbiriniz benim iceberg'e tırmandığımı görememiş olsanızda, bana inanıyor olmanızı özledim.
-kesnlikle tırmandım, tanrı şahidimdir ki-
bu yaz yeniden en tepeye çıkacağım ve belgeleteceğim.
-rüzgar benimle olsun-
sizinle uno oynayacak yer bulamamayı özledim.
miss piggy'nin denizden korkmasını, bayan lulu'nun göbeğindeki balıkları özledim.

sizinle yazı özledim.
denizi, güneşi, beyin eriten sıcağı, ceila'nın en saçma playlistlerini bile özledim.

Mar 14, 2010

ne demiştik?
"threesome, bir yaşam tarzıdır."







threesome kalınız,
bizden ayrılmayınız.
xxx

ps: lütfen, erkekler incikli, boncuklu takılar takmayınız,
bileği saran pantolonlar giymeyiniz.

Mar 13, 2010

sayın dugu!

seni yokluğunda türkiyedeki gelişmelerden haberdar edeceğime dair verdiğim sözü tutuyor ve her zamanki miss piggy hizmet kalitesiyle son gelişmeleri bildirmekten kıvanç duyuyorum: işte eti browni lezzetleri arasına yeni katılan taze kan, genç bünye, çocuk üye browni intense (ta Ta ta TAaAaaa)


üstelik tamı tamına %40 çikolata içeriyor. sen orada junk food'un kralını yerken biz de bu garibanlarla avunuyoruz. evet, kayda değer başka gelişme olursa yine sana bağlanacağız. şimdilik böyle pek intense gelişmeler var sadece.

şşşşt bak bi! çekinme söyle yollayalım sana yurttan tatlar, sucuk kaymak bal pekmez pestil falan... bilirim canın her gece çekeyazar nihhahah

kırmızı yanaklarını özlediğim.

Mar 8, 2010

tuvalet kağıdı.vol 2.

birkaç dakika öncesinde,tuvalete girmem sonrasında hüzünlü bakışlarımı yönelterek çekip aldım tuvalet kağıdının son kalan parçalarını.
evet sevgili dostlar, gene bana hüsran gene bana hasret var, yine bana biten tuvalet kağıdı, eyvah!

Mar 7, 2010

bakınız.

bilmeyenlere: fuckyouverymuch.dk
fotoğraflar bakılası. hem de ilginç bir proje ürünü bir site.
*ecü'nün de bir fotoğrafı yayınlanmakta.

tuvalet kağıdı.

ha yazdım ha yazıcam acaba yazmalı mı derken artık bugün başıma gelen +1'in nihayetinde yazmaya karar verdim. efenim demem odur ki şu isim olayından sonra başıma periodik olarak gelen bir diğer olayda "tuvalet kağıdının sonuna tanıklık etmek" idir.

evde, yurt odamda, ve artık bilimum bütün arkadaş evleri ve kafelerde!

geçen haftayı özetlersek; pel'in odasında tuvalete girdiğimde son kalan tuvalet kağıdını ben kullandım ve bizimkilere de "yahu gene en sonu bana denk geldi" diyerek dertlendim. sonra kendi odama geçip tuvaleti kullanmaya yeltendiğim vakit yine ve yeniden tuvalet kağıdının en sonunu kullanan ben oldum!sonrasında danstan önce gittiğim tuvalet! ve en son bugün de oturduğumuz kafenin tuvaletinde aynı hezimeti yaşadım!
bu ne olm! ben tuvalete girince kuruyor ortam adeta!
neyse ki biten tuvalet kağıtlarına denk gelmiyorum.hadi hayırlısı.

Mar 2, 2010

zorla sosyallik olmaz!

Feb 28, 2010

sanatçı tanıtımı

Eveeet, bugün çok ünlü bir sanatçıyı önereceğim sizlere! Buraya tıkla! yarak kendisine ulaşabilir, astronomik fiyatlara işlerini satın alabilir, sanatçıyı poh pohlayabilirsiniz. aman dikkat görsel şenliklerden dolayı zehirlenmeyesiniz.

iyi seyirler

Feb 24, 2010



alın size memleketimizdeki genç tasarımcı, fotoşipşakçı, stilci, müzikçi röportajlarını, yarışma ve sergi duyurularını derleyen "naaaays" dediğim bir online dergi:

her şey herkes iyi hoş da bu visual arts olayı biraz fazla üstüne abanılan bi alan oldu sanki. işler de, işlerin duyurulmasını sağlayan böyle siteler de bi yerden sonra ağızda yapay bir tat bırakabiliyor. ne bileyim, bir şeyler sentetikleşiyor gibi. daha çok konuşup yorum yapmicam, çünkü etraflıca düşünmedim. sadece duygusal olarak özetledim niahah. bu dönem philosophy of art dersi alıyorum, dönem sonunda konuşalım :blink:

whatever works.



bu woody allen denilen adamın dünyaya baktığı o gözler, o anlayış her seferinde olduğu gibi bu
filminde de beni sarsmayı başardı.

insan evladının nelere meyilli olabileceğini, neleri tolere edebileceğini, gereksiz yere bastırdığı duygularını, genel kanılara göre şekillendirdiği hayatın gereksizliğini ve değişimin ne kadar da basit olabileceğini - ve gerekliliğini - ve nicelerini kendine has tarzıyla gene çok başarılı bir şekilde anlatabilmiş.
işte filmden bir diyalog:

melody - üzgünsün biliyorum. anlamanı beklemiyorum. nasıl anlayabilirsin ki?
boris - inan bana, eğer kuantum fiziğini anlayabiliyorsam, düşük zekalı bir sopa çeviricisinin düşünce tarzını da anlayabilirim.

ve son nokta: "but on the whole, i'm sorry to say, we're a failed species"

ben hayran kaldım ya siz?


* ayrıca filmdeki Randy karakterindeki Henry Cavill!of of!